Bu kavramı son zamanlarda çok duyduğunuza eminiz. Özellikle, yakın zamanda yükseköğretim okullarının tercihlerinin yapılmasıyla, daha önceden üniversite nesillerinin ne olduğunu bilmeyen veliler bile bu kavramı anlamış durumdadır.
Yaşam hiç olmadığı kadar hızlı değişirken, bilgiye ulaşmanın sınırsızlığını yaşadığımız bu dönemde, eğitimin ve öğretimin niteliğinin değişmemesini beklememek gerekir.
Geçmişten günümüze insanoğlu bilgiyi oluşturmak, kavramak, kullanmak ve bilgiye ulaşmak konusunda birçok zorluklarla karşılaşmıştır. Her ne kadar istisnalar olsa da orta çağlardan bu yana bilginin oluşturulması, okullar, ibadethaneler ve araştırma merkezleri gibi yapılarda gerçekleştirilmiş, kavranması ve aktarılması (öğretilmesi) yine okullar yoluyla gerçekleştirilmiştir. Ancak insanlar yeni bilgileri kullanmakta hep tereddüt etmiş, şüpheyle bakmış, hatta dışlamışlardır.
İnsanoğlunun bilgiye olan ihtiyacı (doğuştan merakı olanlar, araştırmayı ve sorgulamayı sevenler hariç) hastalık, savaş veya ekonomik buhran zamanlarında artmış ve yeni bilgilerin çoğunlukla bu dönemlerde ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Eski tarihlerde yükseköğretim okulları oluşturdukları bilgileri saklar, elit (genellikle zengin) kabul edilen ailelerin elit olacak olan çocuklarıyla paylaşır, onları eğitirler ve yetiştirirlerdi. Bu sistem genelde, eskiden var olan feodal sistemin devamlılığını sağlayan, okumuş olmanın, bilgili olmanın elitist bir kavram olması, karar mekanizmalarının da bu zümreden çıkmasına sebep olurdu. Bu dönemlerde okulların kendilerine özgü karakterleri, disiplinleri ve nitelikleri vardı. Genellikle zengin ailelerin ve şirketlerin bağışlarıyla üniversiteler bulundukları bölgelerin insan yapısından etkilenir, kendilerine bu yönde şekil verirlerdi. Oluşan bilgilere ulaşmak çok zordu. Bu tip üniversiteler birinci nesil üniversitelerdir.
Feodalitenin yıkılması ve devletlerin yükseköğretim kurumlarının kendi çıkarları ve politikaları doğrultusunda yönlendirmeye başlamasıyla, okullar biraz daha ulusal çapta insanları kucaklamaya, eğitimi tabana yaymaya başladılar. Devlet desteklerinin yükseköğretim kurumlarına katkısı, her zümreye eşit şekilde eğitmesine ve bilgi paylaşmasına sebep oldu.
Bazı ticari işletmeler, devlet okullarından alınan eğitimin, kendi iş yerlerinde çalıştırabileceği nitelikte insan kaynağını yetiştiremediğini ve bilgilerin yeterli olmadığını düşünerek, kendi yükseköğretim kurumlarını oluşturup, gerekli insan kaynağının kendi müfredatı ve uygulamalarıyla yetiştirilmesini sağladı. Özel (vakıf) üniversitelerinin doğmasının başlıca sebebi budur. Ayrıca ticari işletmeler devlet okullarında oluşan bilgilere ulaşmakta oldukça zorlanıyordu. Hatta işletmelerin, devlet üniversitelerindeki akademisyenlerden çalışmalarını paylaşmalarını veya akademik danışmanlık yardımı istemelerine karşılık, akademisyenlerin özel sektörle iş yapmaları yakışıksız karşılanır ve hoş görülmezdi. Üniversite – sektör işbirliği düşüncesi henüz gelişmemişti. Aslında sadece insan kaynağı yetiştiren kurumlardı. Bu yapıda olan üniversiteler ikinci nesil üniversite kategorisindedir.
İçinde bulunduğumuz teknolojik gelişmelerin etkisi ile bilginin artık kolay kolay saklı kalamayacağı, hatta insanlığın kullanımına açılarak ülke sınırlarını aşabileceği bir dönemdeyiz. Üçüncü nesil üniversite kavramı tamda bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Önceden olduğu gibi bilginin elitist kesimlere aktarılması yetersiz kalmaktadır. Son elli yılda oluşan bilginin toplamının geri kalan insanlık tarihinde oluşturulan bilgiden çok fazla olduğu söylenir. Bilginin artması oldukça memnuniyet verici olabilir, ancak yetersizdir. Özellikle ülkeler bu bilgilerin bir yerde bulunmasıyla değil, bilgilerin kullanılmasıyla gelişir. Artık bilgiye ulaşmak kolaylaşmıştır. Zor olan bilgileri üretime dökebilecek, yönetebilecek, çözüm bulabilecek düşüncenin gelişmesidir.
Üçüncü nesil üniversitelerin, sadece insan kaynağı yetiştirme vizyonları yoktur; projelerin geliştirilmesinde ve sosyal çalışmaların gerçekleştirilmesinde öncülük etmeleri beklenmektedir. Okul dendiğinde aklımıza sadece eğitim ve öğretim gelmektedir. Bu bakış açısı artık yıkılmak üzeredir. Özellikle yükseköğretim kurumları daha öncede belirttiğimiz üniversite – sektör işbirliğinin de ötesine geçmiştir. Yapılan çalışmalar, ortaklıklar, işbirlikleri artık; üniversite – sektör, üniversite – kamu, üniversite – STK (sivil toplum kuruluşları) , üniversite – üniversite, vb. işbirliklerine sahne olmaktadır. Bu çalışmalar yükseköğretim kurumlarına yeni bir görev, bakış açısı ve vizyon getirmektedir. Bilgi eskisi gibi belli bir zümreye ait değildir. Hatta bilgiyi, üniversiteler topluma yön göstermek ve şekil vermek için kullanmakta, her konuya müdahil olmaktadır. Bu olması gereken önemli bir yapıdır.
Üniversiteler bulundukları yerleşim bölgelerini, sahip oldukları dinamizmle etkilemekte ve canlılık katmaktadır. Üçüncü nesil üniversiteler ise yerleşkelerinin tüm sorunlarına temas etmekte ve çözüm için iş birliktelikleri oluşturmaktadır.
Bu sistemi, başarılı işletmelerde uygulanan ‘’açık kapı’’ modeline benzetmek mümkündür. Bu tür üniversitelerde de toplumun her kesiminin ulaşabileceği yapılar, bilgi paylaşabileceği merkezler vardır.
Bu çalışmalar için üniversitelerde oluşturulan Teknoloji Transfer Ofisleri, proje birimleri, teknoparklar, girişimcilik merkezleri, kariyer ofisleri vs. yapılar bulunmaktadır.
Kısacası, üçüncü nesil üniversiteyi; toplumla bütünleşmiş, bilgi ve tecrübe paylaşımına açık, sosyal hayatla iç içe ve toplumsal yaşamla yönetişim içinde olan üniversite olarak tanımlayabiliriz.
Kariyer Basamağı / kariyerbasamagi.com platformu olarak okullarımıza ve Üniversitelerimize bu zorlu ancak doğru çalışmalarda başarılar diler, her türlü bilgi ve tecrübe paylaşımına açık olduğumuzu beyan ederiz.